Beggining
File
Contact
Subscribe our Feed
Blogger
Beggining
Beggining
Beggining

22 Nis 2011

Gerçekler acıdır;Büyük başkan Süleyman Seba'nın vedası

0 yorum

21 Nis 2011

Yeni Yıldızlar

0 yorum

19 Nis 2011

Barça-Real Kupa Finaline Özel Adidas Reklamı

0 yorum

Bordo-Mavi Jeans

0 yorum

Quaresma Wallpaper

0 yorum

Haftanın Spor Olayları - Video

0 yorum



Haftanın spor olaylarından komik görüntüler harika müzikler eşliğinde her hafta sizlerle.

Video: Eurosport

18 Nis 2011

Böyle Tribün İsterdim

0 yorum


1) Kendi içerisinde kavga etmeyen,
2) Tribünde sağa sola artislik yapmayan,
3) Büyüklerin bahsettiği gibi kavgalarda mert olan,
4) Hatası olanları " lan " demek kavga etmek yerine adam akıllı anlatılan,
5) Beşiktaş ın menfaatlerini asla unutmayan,
6) Gerektiği yerde yumruğunu koymasını bilen,
7) Kapalının öncülüğünü kabül eden ( stad genelinde )
8) Davul, bayrak, konfeti gibi eğlence malzemelerini sadece kapalıda değil stadın geneline yayabilmiş olan,
9) Futbolcuların ağzını açık bırakan,
10) Birlik ve beraberliğin kesin olduğu,
11) Çarşıcılık, semtcilik oynamayan ( Dolmabahçeden stada yürürken kendi içimizde dünyanın kavgası oluyor. Semt dışından gelen herkese acaip gözlerle bakılıyor )
12) Tribünde - özellikle kapalıda - kamera, telefon gibi kayıt araçları olacaksa bunun organizesi yapilmis ( 40 metrekare alanda 5 telefon kayıt edeceğine 1 tane etsin eğer zorunluysa )
13) Küçüğün büyüğe saygı, büyüğün küçüğe sevgi gösterdiği,
14) Kimsenin beşiktaşlılığın sorgulanmayacağı ( ayda 1 maca geliyosun, biz burda her macta kendimizi paralıyoruz )
15) Tribün icindeki gruplaşmanın yenileri kabul edebileceği ( kutuya kimse giremez, set önünde duramazsın, şuraya uza )
16) İçki içenlerin kendine hakim olacağı,
17) Görsel organizasyonlara ağırlık verilen ( koreografi, balon, vb. )
18) Küfür hadisesinin son bulduğu,
19) Internette milleti gaza getirenlerin elenebildiği ( adamın maça gelip gittiği yok, papua yeni gine den foruma üye. Ama en ufak bir hadisede "keselim ulAn", "yAkArız ulAn !" adamcıklarından bahsediyorum. Stada girip 90 dakika birilerine küfür etmek, birilerini maç öncesi tartaklamak güzel şeyler bunlar. Ama Beşiktaş ın sahasını kapatıp, adını itin köpeğin 3 kurusluk agzina dolayacaksa kendi zevklerimden, egomdan, düşüncelerimden feragat ederim. )
20) Kapalı tayfasının en azından bir süre farklı tribünlere geçip oradakilere mevzuları gösterebileceği bir tribün isterdim şahsen : )

LİNK

Nasıl Yani NTVSpor ???

0 yorum


Resmi tıklayarak büyütebilirsiniz

Mahmut Özgener: ''Futbolda Demokrasi Yoktur''

0 yorum

17 Nis 2011

Emre Tilev ile Röportaj

5 yorum


Sezer Özmen: Emre Bey merhabalar, bizi kanalınızda ağırlıyorsunuz bunun için çok teşekkür ederiz.

Emre Tilev: Ben teşekkür ederim geldiğiniz için.

S.Ö: Sizi yıllardır futbol, Formula 1 ve haber spikeri olarak ekranlarda gördük ve hala da görüyoruz. Türkiye’nin en önemli spikerlerinden birisiniz. Meslek hayatınıza nasıl başladınız biraz bilgi verebilir misiniz?

E.T: Teşekkür ediyorum. 1990’lı yılların başında Türkiye’de ilk kez yerel kanallar açılmıştı. Bu yerel kanallarda çalışmaya başladığımda Samsun’daydım. Samsun’daki yerel kanallarda bir iki yıl çalıştıktan sonra televizyonlar ve radyolar kapanım yaşadılar Türkiye’deki yasalar gereği. Biliyorsunuz illegaldi, bir radyo televizyon üst kurulu yasası yoktu. Ardından yeniden açıldıklarında bölgesel Karadeniz yayını yapan bir kanalda çalışıyor buldum kendimi. Orada “Harcanıyorsun sen burada. Mutlaka büyük kanallara gitmelisin” dediler ve ben 1994 yılının zannediyorum şubat ayında İlker Yasin’den randevu aldım ve geldim görüşmeye. “Bir deneyelim seni” dediler ve İstanbul’a geldim. İstanbul’da benim yatacak yerim falan yoktu ve şirkette yatıp kalkmaya başladım, sandalyeleri birleştirip. Hatta bir gün sevgili Yücel Yener TRT’nin genel müdürüydü o gördü, “Ne yapıyorsun burada?” dedi. “Burada belin ağrır, gel benim odamda yat sabah 8 gibi geldiğimde kalkarsın.” dedi. Onun odasında deri koltuklar vardı, ben sanki yıllarca toprakta yattıktan sonra saman yatak bulmuş gibi sevinmiştim. Bir gün yayın kesildi ama ben bu süreç içerisinde şirkette yatıp kalktığım için gündemi hem yakından takip ediyordum hem de her şeyi öğrenmeye çalışıyordum. Montajcının yanına gidiyordum, uplink nedir öğreniyordum. Spikerlik sevdam da vardı ama “ Ya spiker olamazsam” diye de düşünüyordum. Spiker olamazsam da ben televizyoncu olmak istiyordum ve her şeyi öğrenmeye çalışıyordum. Bir gün işte bir şey oldu, İlker Bey “Montajcılar nerede?” dedi, yemekteydiler. “Ben yaparım, biliyorum, 1 aydır burada yatıp kalkıyorum” dedim. “Nasıl yani?” dedi. Yaptım, getirdim beğendi. 1 ay sonra ilk kez Formula 1 yayınlanacaktı bana bunun kaydını aldırdı ve ben bu yarışın nasıl bir şey olduğunu öğrenmeye çalıştım. İzmirli olduğum için İzmir’de EPT televizyonu vardı ve bu Formula 1’leri veriyordu, ben de okumaya anlamaya çalışıyordum. Annem de çok iyi yunanca bilir ondan öğrenmeye çalışıyordum ve sonuçta biraz olsun öğrenmiştim. Sonra ilk yayın kesildi. İlk yayını gerçekleştiren kişiler yayına gidememişler. Erol Bey, televizyonun o zamanki patronu dinlemiş beğenmiş, benim anlatmamı söylemiş ve ben işe girdikten 4 ay sonra Fransa’da buldum kendimi ve Formula 1 yarışı anlatıyordum. Türkiye’de belki de çok kısa sürede spikerlik hayatına başladım.

S.Ö: Ve çok genç yaşta başladınız.

E.T: Evet henüz 22-23 yaşındaydım. Aslında mesleğe başladığımda 20 yaşındaydım ama büyük kanallarda başladığımda 23 yaşındaydım. Belki daha erken olabilirdi ama 1991’de çok büyük bir beyin ameliyatı geçirdim. O yüzden 1 yıl dünya ile ilişkim kesildi.

S.Ö: O zamanlar mesleğe başlamadan önce örnek aldığınız bir spiker var mıydı?

E.T: Ben hep bu soruya aynı yanıtı veriyorum. Klasik gelecek ama aynı yanıtı veriyim. Ben İlker Yasin’le büyüdüm ama kimi örnek alıyorsun derseniz, İlker Yasin’in iş bitiriciliğini, Şansal Büyüka’nın kişilere, çevresindekilere yaklaşımını, İlhan Uzundurukan’ın ileriyi ve ufku görüşünü, Ercan Taner’in anlatım metodunu tercih ediyorum. Benim anlatım metodum böyle bir metod. Kimileri hoşlanmıyor bundan ama %70 hoşlanıyor %30 hoşlanmıyorsa demek ki doğruyu yapıyorum diye düşünüyorum. Ben biraz daha Latin Amerika ülkelerinin anlatım tarzını benimseyen bir anlatımla maçlarımı ortaya koyuyorum. Çünkü bunun bir temaşa zevki olduğunu, insanların o an için o coşkuları dışarı vurmaları gerektiği fikrindeyim. Bu yüzden de ben coşkulu anlatımdan yanayım. Ercan Abi de benim örnek aldığım kişidir.

S.Ö: Şimdilerde çok genç spikerlerde var aramızda. Bunlardan geleceğini parlak olduğunu düşündüğünüz var mı?

E.T: Bu konuda ukalalık yapmak istemem ama hepsi çok yetenekli, çok başarılı, çok düzgün anlatıyorlar. Ümit ediyorum ki eğer bu işi seviyorlarsa ve eğer işe sıkı sıkı sarılıyorlarsa kanaatimce hepsi çok başarılı olur.



S.Ö: Biraz öncede maçları çoşkulu anlattığınızı söylediniz. Hakikaten de çok coşkulu ve heyecanlı anlatıyorsunuz ve biz o heyecanı sadece maçlarda değil haberlerde de alabiliyoruz. Bunu neye bağlıyorsunuz?

E.T: Bunu ses tonuma bağlıyorum. Bunu İlker Bey de vurguluyor hatta bazen “Çok coşku veriyorsun, bu kadar coşku verme, senin sesin zaten coşkulu bir ses. Senin sesin coşkulu olduğu için biz o coşkuyu alabiliyoruz.” diyor. Hakikaten benim konuşma tarzım da böyledir. Evde de böyle konuşmamdan dolayı annemden, babamdan uyarı almışımdır. Benim konuşmam böyle… Size şöyle bir anektod anlatayım ben. Telepazar ekibi olarak Trt’nin sınavına girdik ve ben kazandım Trt’de çalışmaya başladım. Hıncal Abi ile çalışıyoruz. Ben Trt’de özet maçları anlatıyorum. Bir gün Hıncal Abi beni çağırdı, gittim. “Seninle ekrandan tanışıyoruz ama birebir tanışmadık” dedi, konuşmaya başladık. Ünal Özüak var basketboldan bilirsiniz. Ünal’a döndü, “Ben bu adama biraz daha heyecanlı anlat diyecektim ama bu adamın konuşması öyleymiş. Benim buna bir şey deme şansım yok artık. Sen böyle anlat oğlum” dedi.

S.Ö: Bir de sizin Galatasaraylı olduğunuzu biliyoruz. Nasıl Galatasaraylı oldunuz? Babanız Beşiktaşlı sanırım. Oğlunuz da Beşiktaşlı ve Bjk Koleji’nde okuyor.

E.T: Babam çok iyi bir Galatasaraylı benim. Ben aslında deli gibi bir Liverpoollu deli gibi bir Barcelonalıyım. Galatasaraylılığım da babamdan geliyor. Özellikle bu sene Galatasaray kaybettiğinde benle 1-1.5 saatlik telefon konuşmaları oluyor. Çıldırmış bir şekilde arıyor beni, öfkeleniyor. Bir opera sanatçısı kendisi ve çok kibar birisi ama maçta içindeki Hulk dışarı çıkıyor. Oğlum da hasta Beşiktaşlı, onu Beşiktaşlı yaptım diye bana küstü. Emrecan Galatasaraylı olsun diye bütün mal varlığını onun önüne yığmıştı.

S.Ö: Oğlunuz nasıl oldu da Beşiktaşlı oldu?

E.T: Kız arkadaşı vardı 5 yaşındayken. Kız demiş ki “Ben Beşiktaşlıyım, sen de Beşiktaşlı ol.” O da dedi ki bana “Baba, Ayşenaz Beşiktaşlıymış ben de artık Beşiktaşlıyım.”. Babamın çabaları, benim onu alıp maçlara götürmem yalanmış. Hele hele bir de Guti ve Quaresma ile sahaya çıktı. “Artık benim kanım siyah beyaz akıyor.” diyor.

S.Ö: Biraz da takımların durumlarından bahsedelim. Galatasaray’ın ligdeki durumu ortada şu an. Hagi gittikten sonra Antalya maçı öncesi Galatasaray’ın 8’de 8 yapacağını söylemiştiniz. 2 maçtan da 0 puanla ayrıldı.

E.T: 8’de 8 yenilgi alacak demiştim ben (kahkaha atıyor). Allah kimseye Galatasaray’ın yaşadığı zevali vermesin. Şaka bir yana ben Hagi’nin gidişinden sonra takımda bir silkelenme olabileceğini düşünmüştüm. Bunu da Galatasaray’da Cevat Güler geldikten sonra son maçlarda şampiyon olmuştu. Hoş Fenerbahçe şampiyonluğu armağan etti ama… Ben öyle olabileceğini düşünmüştüm. Nasıl Cevat Hoca ile bir itici güç yaşadılar, bir reform yaşadılar. Bu reformik yapıyı Bülent Hoca ile de yakalayabilir ve 8de 8 yapar dedim. Hatta bu Twitter’da epey bir dalga konusu oldu.

S.Ö: Taraftarlardan da baya bir tepki görmüş olmalısınız.

E.T: Evet evet, 2 yenilgi aldılar zaten, “Bunu mu demek istediniz?” diye şaka yoluyla takılıyorlar bana. Ben de bir dansöz gibi kıvırmaya çalışıyorum J. Yanıldım yani, yanıldım. Ne diyebilirim ki?

S.Ö: İddiaya girenler de olmuştu sizle bu konu hakkında.

E.T: Evet kaybettim, bir hanımefendiye bir Fenerbahçe tişörtü alacaktım. Sonra “tişörtün önemi yok Emre Bey sizin sağlığınız önemli.” dedi. Bazen öngörüler de yol haritası tutmuyor. Ben “otobandan gidelim” dedim ama patikada çamura saplanmış durumdayız, valla kurtulacak mıyız kurtulamayacak mıyız bekliyoruz.

S.Ö: Galatasaray’dan ve durumundan bahsetmişken Uefa Avrupa Ligi 2008-2009 sezonunda Bordoeux ile yaptıkları maçı siz sunmuştunuz ve Harry Kewell’ın attığı golden sonra da kendinizden geçerek sevinmiştiniz. Galatarasaylı taraftarlar da o maçta, o golde neler hissettiklerinizi bizim aracılığımız ile öğrenmek istediler.

E.T: Ben Türk takımlarının Avrupa’da herhangi bir takımla oynadıkları maçlarda hep aynı duyguyu hissediyorum. Herhalde bu benim birazcık milliyetçi yapımdan kaynaklanıyor. Ülkemi ve ülkemin insanlarını seviyorum. Bu yüzden de hani bir Milanlı, Inter’i, bir Barcelonalı bir Madrid’e çok öfkeli bakar ya, Türkiye’de bir Fenerbahçeli’nin bir Beşiktaşlıya bir Galatasaraylıya öyle bakmaması gerektiği fikrindeyim. Çünkü benim Real Madrid gibi 9 tane Şampiyonlar Ligi kupam yok ki. Bir Milan gibi her sene şampiyonlar liginde çeyrek finali görmüyorum ki. Bir Inter gibi önceki sene şampiyon olup kupayı müzeme götürmemişim ki. Ben açım bu duygulara, arzuluyum, istekliyim ve bunları yakalama savaşı içindeyim. Ben her Türkün… Türk tanımı çok tartışılıyor bugünlerde şöyle açıklayalım. Kendini bu bayrağın altında ve bu ülkenin vatandaşı gibi hisseden herkesin bizim takımlarımızı desteklemesinden yanayım. Kürt de olabilirsiniz Ermeni de olabilirsiniz önemli olan bu ülke için aynı düşünceyi paylaşıyor olmak. Bu ülke için kazanacağımız her başarı benim daha fazla şampiyonlar ligi maçı anlatmam demek. Benim Avrupa’da daha fazla mücadele etmem demek. 2006’da dünya kupası anlattım ben ve bir özel kanalın ilk kez yayınladığı dünya kupasıydı. Öyle yavan, öyle boş, öyle içimi acıtandı ki ama ben 2000’de Türk Milli Takımı ile Belçika ve Hollanda’ya gittim. Yayıncı kuruluş değildim ama radyoda maç anlatıyordum öyle bir coşku öyle bir heyecandı ki Hakan Şükür’ün Belçika maçında attığı golleri anlatırken kendimden geçtim. Belki onların kayıtları olsa bu gollerden daha farklı olacaktı. O aletin ruhu ile anlattığım için atılan her gol şöyle geliyor bana: “Yeni doğmuş bir bebeğin çığlığı olarak yankılansın istiyorum ve öyle bir sevinç versin istiyorum bu yüzden de haykırıyorum ‘dünyaya geldim, merhaba!’ diye.



S:Ö: Galatasaray’dan Beşiktaş’a geçelim. Hiç kuşkusuz 2007 yılında İnönü’de oynanan Beşiktaş – Liverpool Şampiyonlar Ligi maçındaki eşsiz yorumlarınızla ve Beşiktaş’ın da aldığı çok güzel bir galibiyet ile taraftarların sevgisini kazandınız. Neler hissettiniz o maçta? Ayrıca Uefa görevlilerinin size taraftarı işaret ettiğini söylemiştiniz. Herhangi bir diyalog geçti mi onlarla aranızda maç sonunda?

E.T: Biz maçları yan yana anlatıyoruz. Bazen yurtdışına da gittiğimizde de karşılaştığımız bizim venue manager dediğimiz yani Uefa’da bu işleri bu protokolleri, anlatım metodlarını, anlatım yerlerini planlayan kişiler var. O kişilerle artık tanıdık olduk. “Merhaba Emre” “Merhaba Tommy” gibi… Ve şaşırdılar maçta. Yanımda John Barnes ile birlikte Joe Watson vardı. Onlarda İngiliz televizyonuna anlatıyorlardı. John Barnes ile de maç öncesi konuşmuştum çünkü 80’lerde benim idollerimden biriydi. İngiltere’de 8 numaralı oyuncuydu, kanatta oynuyordu, bende hep hayranlık uyandırıyordu. John Barnes’ı görünce merhabalaştım ve tribünlerde bir şov olacağını söyledim. 43. dakikada o müthiş armoni başlayınca bana tribünleri işaret etti. Ben bugün sözümün hala arkasındayım. Buna formulayı, basketbolu ve futbolu dahil edin, böyle bir tribünü görmedim. Biz burada ulusal marşımızı söylerken kapalı tribün “Çatma” derken açık tribün “Kurban olayım” diyor. Yani burada bile bir senkron yakalayamıyoruz. Andımızı okurken çocuklarımız o senkronizasyonu bulamıyor ama öyle bir senkronizasyon vardı ki, öyle bir uyum, öyle bir iç içe geçme vardı ki… Hakikaten sözümün arkasındayım, bir filarmoni orkestrasının ahenki vardı. Ben hep aynı şeyi söylüyorum, bütün taraftarlar özel ama Beşiktaş taraftarı ne bir şahsına münasır bir taraftar topluluğu. Çok özeller… Yani vermiş oldukları tepkilerle, ortaya koymuş oldukları sosyal mesajlarla çok farklılar ve ben oğlumun Beşiktaş taraftarı olmasından dolayı çok mutluyum. Bugün şöyle bir baktığımızda tribünlere, renge, ahenke herkesin ortak fikri şu olacak: Evet, Beşiktaş taraftarı çok farklı çok enteresan bir taraftar topluluğu. Bir de şu var ki, spikeri maç adam yapar. Liverpool 4 tane gol atsaydı ben ne anlatsam yalan olurdu. Dinamo Kiev maçı mesela, taraftar yine muhteşemdi ama 4 tane gol yedik ama kimse konuşmuyor. Orada önemli olan Bobo’nun attığı goldü yani galibiyeti getiren hadiseydi, golün güzelliğiydi, çehresiydi. Bu yüzden bazen insanın spikerlik vasıflarını maç da destekler.

S.Ö: Yine bu Liverpool maçındaki “Moskova filarmoni orkestrasının ahenki” sözünüzden yola çıkarak şu soruyu size yöneltmek istiyorum. Bunun gibi sözleri her maç sizden duyabiliyoruz. Bütün bunlar maç esnasında doğaçlama mı çıkıyor yoksa biraz çalışıyor musunuz?

E.T: Bunları yazmanıza imkan yok, yazamazsınız. Bu konuda mütevazi olamayacağım, kültür birikimimin yoğun olduğunu düşünüyorum. Özellikle Emrecan olmadan önce haftada dört kitap falan okuyordum. Emrecan doğduktan sonra okuyamadım, ara verdim. Sonra yeniden açığı kapatmak için iki günde bir kitap bitirmeye başladım. Hızlı okuma tekniklerini biliyorum ve hızlı okuyorum. Bir de veciz sözleri araştırmayı seviyorum. Kim ne söylemiş araştırmayı seviyorum. Bir de teşbih yapmayı ve teşbih sanatını çok seviyorum, spikerliğimde de görmüşsünüzdür zaten. Aruz veznini çok seviyorum ve bu vezne uygun şiirler okuyorum, zaman zaman da kendim küçük şeyler karalıyorum. Bir de farklı kültürleri araştırmayı seviyorum. Babam bir opera sanatçısı olduğu için hayatım müzikle de dolu dolu geçti. O yüzden de araştırmalarımda çıkış noktalarıma baktığımda bir palmiye ağacının yaprakları gibi pek çok dala bölünebildiğimi görüyorum. Onların hepsinden bir hurma tanesi alıp ağzıma atıyorum sonra “Ben bunu bu şekilde ortaya koyayım” diyorum.

S.Ö: Hiç unutamadığınız bir maç var mı? Bahsedebilir misiniz ondan? Dünya kupası, Şampiyonlar ligi vs.

E.T: Unutamadığınız maçlar unutamadığınız aşklar gibidir. Unutamadığınız pek çok aşk vardır ama ismini say deseler sayamazsın. Benim de unutamadığım maç şudur desen sayamam ama taraftara duyduğun ilgi, aşk, sevda olarak diyeceğim bir şey varsa tekrar altına çizerek söylüyorum. Ben bir Galatasaraylıyım evet ama Beşiktaş taraftarının o Liverpool maçı inanılmaz bir taraftar yansıması.

S.Ö: İnönü’de 1-0 biten Manchester United maçını da siz anlatmıştınız ve keşke o maçta da kazanabilseydik ve siz de yine efsaneleşebilseydiniz.

E.T: Benim maçta efsane olmamdan çok keşke Avrupa’da Beşiktaş yürüseydi de biz Beşiktaş’ın oradaki efsane oluşunu alkışlayan mütevazi insanlar olarak kalabilseydik.

S.Ö: Beşiktaş’ın bu seneki durumundan bahsetmenizi isteyeceğim biraz da. Avrupa’ya veda etti Kartallar, Schuster gitti, ligdeki tablo hiç açıcı değildi şimdi Tayfur ile bir hareketlenme oldu ve Ziraat Türkiye Kupası’nda finale çıkmaları neredeyse garanti.

E.T: Kupayı alır. Beşiktaş’ın başka çıkış yolu yok. İlk maçtaki farklı skorun onlara avantaj getireceğini düşünüyorum. Beşiktaş’ta Quaresma’nın, Simao’nun, Guti’nin, Fernandes’in düzgün bir anlayışla ortaya koydukları futbolu Almeida’nın golleri beslerse Beşiktaş güzel işler yapabilir. Hatta yeni bir Portekizli geleceği söyleniyor. Çok isim geçer biliyorsunuz. Bu isimlerden, şu sözleşmeyi görüp seyirci karşısında imzaladı diyene kadar hiçbir konuda fikir yürütmek istemem. Ama şunu net söyleyebilirim. Seneye Beşiktaş’ın, Avrupa’ya giden Türk takımının başarılı olmasını istiyorum. Çünkü sıkıldım artık eylül ayını göremeyen bir futbol spikeri olarak. Sürekli Barcelona, Real Madrid, Milan döngüsünden. Fenerbahçe-Chelsea serüvenini anlattığım dönemde duyduğum mutluluk inanılmazdı. Inter maçında Deivid’in Fenerbahçe’ye getirdiği gol ile galibiyete ulaşması muhteşemdi. Neden olmasın ki? 1 milyar dolarlık bir pazardan bahsediyoruz. Lugano’nun dediği gibi pazar, harika satış yok. Mükemmel şeyler üretiyorsun ama sıfır pazarlaman var. Niye? Çünkü pazarlayacak stratejilerin doğru değil. Doğru noktalara doğru kanalize olamıyorsun. Bu yüzden ben artık bir silkinme zamanı geldiğini söylüyorum. Türkiye’de futbol parasal anlamda güçlü ama diğer anlamda çıplak. Çıplak bir futbolumuz var bunu artık giydirmemiz lazım ama biz istiyoruz ki hemen bir kürk atalım. Hayır, önce bir donunu giydirelim futbolun. Ondan sonra bu futbolun üstüne bir tişört bir pantolon giydirelim ki daha sonra yürüyebilsin, koşabilsin, belli bir noktaya gelebilsin ve diyelim ki “Bizim futbolumuz çok yakışıklı bir futbol”.

S.Ö: Türkiye Ligi hakkında neler söyleyebilirsiniz?

E.T: Türkiye Ligi hakkında da buradan yola çıkarak altını çizerek ifade ediyorum. Biz İspanya’ya ve İngiltere’ye bir bakalım. Biz dünyanın 5. futbol pazarıyız. Peki, 5. futbol pazarı olarak İtalya, İspanya, İngiltere, Portekiz ve Hollanda değişik ülkelerde seyrediliyor. Benim ülkemde de seyrediliyor. Ben 5. Pazar mıyım? Evet ama bu beşin içinde yokum. Peki nasıl 5. büyük futbol ülkesiyim? Bu söylevlerin içerisinde maddi kaynakların yaratıldığı ve bu maddi kaynaklarında aslında telefon firmalarının birbiri ile savaşının yattığı fikrindeyim. Bizim yapmamız gereken tek şey, ana şey, bu kavramı doğru pazarlayabilmek adına takımlarımız doğru transfere, akılcı kimliklere ve uzun vadeli, son dönemde bunun adı stratejik düzenleme, stratejik düzenlemelere ihtiyacımız var.

S.Ö: Ligde de çok kritik haftalara girildi artık. Son haftalar ve kim şampiyon olur sizce, Avrupa’ya kim gider?

E.T: Bu iki maç çok önemli Gaziantep önünde Fenerbahçe puan kaybederse ciddi sıkıntı yaşar. Keza Trabzon Bursa karşısında aynı şeyi yaşarsa… Ben geçen haftaki programda da aynı şeyi söyledim. Trabzon’u bir adım önde görüyorum çünkü 2 puan önde. Belki sen bu röportajı blogunda yayınladığın anda Bursaspor, Trabzon’u mağlup edecek ve Fenerbahçe de Gaziantep’i yenecek. O yüzden değişken bir yapısı olan bir futbol düzeni var Türkiye’de. Kim beklerdi Denizli’de Fenerbahçe’nin puan kaybedeceğini.

S.Ö: Futbolseverler Star kanalına tepkililer. Şampiyonlar Ligi maçları yerine Papatyam dizisi veriliyor. Siz Papatyam dizisi hakkında neler düşünüyorsunuz.

E.T: Papatyam dizisini seviyorum(gülüyor). Yönetimsel karar bir şey deme hakkım yok.

S.Ö: Biraz da özel yaşamınızdan bahsedelim. Bir yüksek lisans öğrencisisiniz. Biraz bahseder misiniz bu konu hakkında?

E.T: Ben bir üniversiteden ödül aldım ve o ödül süreci içerisinde çocuklar beni çok alkışladılar. Üniversitenin Mütevelli Heyet Başkanı Kemal Gözükara bana üniversitede ders verip veremeyeceğimi sordu. Ben aslında küçük küçük diksiyon dersleri, sertifika programlarında değişik dersler veriyordum. Bu da benim artık belli bir birikimimi dışarıya aktarma arzumun biraz daha yeşermesine neden oldu. Yapabilir miyim sualini sordum kendime. Çünkü bana “Şu bisküvileri yer misin?” (önündeki bisküvileri gösteriyor) diye sorduğunda ben hemen “Evet 3 tane ver bana.” diyen bir adam değilim. Bu bisküvileri yersem nolur diye düşünürüm. Bu bizim mühendis kimliğimizden gelen bir şey. Sonuçlarını ve nedenlerini araştırırm ben. Biraz araştırdım ve keyif alabileceğimi düşündüm. Sonra bir deneme yapmak istedim. Denedik başarılı olduk. İki buçuk yıldır Arel Üniversitesinde ders veriyorum Radyo Televizyon Programcılığı Diksiyon Dersleri üzerine ve aynı zaman da MBA İşletme Masterı yapmamı söylediler. İlk dönem 3 4 dersi verdim. İkinci dönem de 4 5 dersi verdim mi bu Hazirana sadece tezim kalıyor. Tezi de Şubata kadar bitirip mezun olacağım. 2012 Şubatı’nda tezi verdikten sonra Eylül ayında doktoraya başlamak istiyorum.

S.Ö: Peki öğrencilik mi daha güzel yoksa iş yaşamı mı?

E.T: Öğretmenlik J Öğretmek daha güzel. Öğrenciliği özlemişim hatta Çarşamba günü sınavım vardı bir dersten. Sınava da bir haftadır çalışıyordum, şirkettekiler “vay sen böyle üniversitede de ineksin.” falan diyorlar. Son dönemde ben de bir heyecan oldu. Hakikaten çok keyifli oldu. Herkese de tavsiye ediyorum. Ben öğrenmenin yaşı olmadığını ve öğretilen her şeyin çok değerli olduğu fikrindeyim. Her yaşta öğrenmek gerektiği fikrindeyim. Hatta vaktim ve param olursa bir de İspanyolca öğrenmek istiyorum. İspanyolca benim için çok özel bir dil ve İngilizcenin bu ülkede bana yetmediği fikrindeyim. En önemlisi vakit. Hatta Cervantes dil okulu ile konuştum ama saatleri uymadı. Belki bir özel öğretmen vasıtası ile bir şeyler yapılabilir.

S.Ö: Önümüzde dört tane El Classico var ve çok çekişmeli geçeceğe benziyor. Hatta Guardiola ve Mourinho atışmaları da başladı basın toplantılarında.

E.T: Evet hatta Mourinho, “10 kişi takımı çalıştırıyorum çünkü hep 10 kişi kalıyorum” dedi. Bu sabah bir haber toplantısında da tartıştık ne olur diye. Ben şöyle bir iddiada bulundum. “Mutlaka ama mutlaka 4’te 4 Barcelona” dedim hissiyatlı duygularla. Sonra da bana “Evet biliyoruz, sen Galatasaray 8’de 8 yapar da demiştin” dediler. Nazarım değmesin Barcelona’ya diyorum. J Ama Barcelona’nın son Shaktar maçını anlattım. Ben Barcelona’nın rakiplerinin bundan sonra Satürn United, Jupiter United gibi takımlar olmasını bekliyorum. Hatta şöyle bir rivayet var bu Wikipedia’da yazıyor mu bilmiyorum. Messi’nin anne ve babasını Arjantin’de uçan dairelerin ziyaret ettiği söyleniyor, Messi doğmadan önce.



S.Ö: Bir zamanlar Formula 1 spikerliği de yaptınız. Size hasret kalanlar da var hala çok tepki gösterenler de.

E.T: Hasret kaldınız mı? J Bu lafta mı yoksa? J Şöyle söyliyim ona her yerde açıklama getirmek istedim ama olmadı. Burada bir değişim süreci yaşandı ve bu değişim sürecinde Cuma günü bizden ayrılan arkadaşın yerine bana dediler ki “cumartesi günü İspanya Grand Prix’ini sen anlatıyorsun.” Şimdi ben Formula 1’i anlattığımda Türkiye daha hiç dinlememişti ve Formula ne demek onu bile bilmiyordu. Grand Prix dediğimde bunun anlamını soruyorlardı. Grand Prix, büyük yarış demek. Biz bir terminoloji yarattık. Formula 1’e böyle bir emeğim oldu. Belki bugün 1994 doğumlu çocuk bunu hatırlamayacak ama ben hakikaten bir terminoloji yarattım. Mesela gridlere yerleşti diyorlar, cep kavramını koyduk, Türkçeleştirdik Formula1’i. Çünkü bir sürü yabancı dilde kelimeler vardı. 97’den sonra ben Formula 1’i çok seyrek seyrettim. F1 Magazine aldım sonra Türkçe çıktı, takip ettim, oradaki yöneticilerle yazışmaya çalıştım, değişik internet sitelerine girdim ama 2005 yılında böyle bir talep gelince ben de yapmam diyemedim ve hep geçmişte kaldığım noktadan anlatmaya çalıştım. Ben aynalara anlattım başka şeylere anlattım ve gördüm ki ciddi bir yanılgı yaşıyorum ben, böyle bir şey yok. Ne var? Formula 1’i çok iyi bilen bir kitle var artık ve benim onlara 10 yıl önce anlattığım şeylerden yaratılan temel artık gökdelen olmuş. Ben o gökdelenin tepesinde değilim ki daha sekizinci katındayım. Benim çalışmaya vaktim olmadan yapılan bu anlatmada ciddi yara aldım. Kurumsal anlamda da yara aldım. CNN’e de çok tepki geldi ve ben hemen elimi ayağımı çektim ve İlker Bey’e anlatmak istemediğimi söyledim. “Ya bana süre verin ben çalışayım ya da ben anlatırım Serhan yorumcu olsun çünkü ben anlatıcıyım” dedim. Ben Türkiye Grand Prix’lerini anlatırken de yanıma hep çok seçkin insanlar aldım. Mesela Mazhar Demiralp işle anlattım. Türk Otomobil Sporları Alt Başkanı ve Formula 1’in direktörüdür kendisi. Onun dışında Aytaç Kot’u ve farklı isimleri aldım yanıma. Bu insanların hepsi çok seçkin insanlar. Onun için ben hep Türkiye Grand Prix’lerini anlattım. Bugün bana bir teklif gelirse, gelmedi tabi gelmez de, ancak gelirse yeniden çalışarak sadece anlatıcı görüntüsü içinde, bilgi verici birisinin olması kaydı ile anlatırım. Çünkü Formula 1 futbol gibi bir şey değil. 2 yıl önce Luizzi ne yaptı bunu bilmeniz lazım. 1997 - 2000 arası çok kesikti benim için. O yüzden artık Formula 1 beni aştı. Şimdi basketbol diyorlar. Ben Efes-Beşiktaş serilerini anlatmıştım o El Amin’li muhteşem dönemdeki. Basketbola hala özlem var. CNN basketbolu alırsa ben basketbolun içine dahil olabilecek bir yapıdayım.

S.Ö: İnşallah alır da sizi basketbol maçlarını anlatırken de dinleriz. Son sorularımdan birisi. Bizim gibi sporla ilgilenen birçok blogger var. Hatta şimdi Blogspot yasağı da geldi. Siz bloggerlara neler tavsiye edersiniz onların hayallerinin peşinden koşmaları için.

E.T: Bir kere şunu söylemeliyim. Ben her türlü yasağa karşıyım. Yasak benim için kötü bir şey hatta bazen annemizle, Emrecan’ın annesiyle çok sıkıntılar yaşıyoruz bu konu hakkında. Neden diyeceksin şimdi. O diyor ki” çocuk 21:30’da yatsın” ben diyorum ki “çocuk istediği zaman yatsın.” Zaten gün içinde o kadar yorulan çocuk dokuz buçukta yatınca yarım saat debeleniyor masal anlat, oynayalım diye. Çocuğa ne zaman istiyorsun o zaman yat dediğinde bir bakıyorsun benim kucağımda uyuyakalmış. Anlatabildim mi? O yüzden ben yasaklara bir sıkıştırmacı politikaya karşıyım. Beni babam böyle yetiştirmediç Mrsela “Al içki, sigara” dedi ben ömrümde içki, sigara içmedim. Zaten tadından da hoşlanmıyorum. İçenleri de hayretle karşılıyorum. Bu onlara nasıl keyif verebilir diye de düşünüyorum. Bu yüzden de böyle bir yasakçı zihniyetten geliyor olsaydım sürüklenebilirdim, sigara da içebilirdim. Ben blogların gelişen internet teknolojisi içerisinde çok özel yere sahip oldukları çok bilgi verici bir süreç olduklarını düşünüyorum ve kalması taraftarıyım. Hatta daha fazla kişinin bu konuda teşvik edilmesi gerektiği taraftarıyım. Bakın bu ülke tarım ülkesi miydi? Dediler ki “sen sanayileş.” Peki, Avrupa’ya bakıyorum niye tarımlaşıyorsun. Yani biz biraz böyle bir yapıdayız. Niye yasak? Facebook yasak, Twitter yasak ama Amerika’ya bakıyorsun, birisi şiddete başvurduğunda adamlar sana soruyor “Facebook’un var mı? Twitter’ın var mı?” diye. Çünkü adam senin sosyalleşmeni istiyor. Şimdi ben Twitter’da “Bugün benim konuğum Cemal Ersen” yazdığımda adam seyretmese bile demek bu adam geliyormuş diyip bakıyor ve benim işim reyting değil mi? Evet, o zaman niye yasak? Bu yüzden de ben blogların sayısının mümkün olduğunca artması taraftarıyım ama şuna karşıyım. Sözlükler var mesela. Emre Tilev diye giriyorsun. Bin tane küfür etmiş adam bana. Benim oraya nasıl geldiğimi bilmeden bu davranışı ortaya koymasını kabul edemiyorum. Beni eleştirsin, bana somut bir eleştiri versin. Desin ki mesela “Senin Messi diyişinden gıcık kapıyorum, niye öyle m ile e harfini uzatıyorsun?” desin. Ben de derim ki “Bu benim stilim, ben böyle maç anlatıyorum.” Herkesi memnun etme şansım yok ki. Ben bunu anlatırım ona. Ama işte küfürler… Bunlar çok çirkin. Ben bunları hak etmiyorum. Bugün çocuğum 7 yaşında, yarın 12 yaşında. 12 yaşındaki çocuk bu sitelere girip onları okuduğunda o sitede onu yazan adama aynı şekilde cevap verdiğinde ne olacak? Ya da onu gelip benim yüzüme söyleyebilecek mi? Birisinin yüzüne küfür ettiğinde kavga sebebi değil mi bu? Evet. Beni eleştirsinler. Ben eleştirilerin her türlüsüne açığım. Hatta toplasınlar 100 kişi gelsinler, hepsiyle tek tek konuşalım. Yani, “Salak spikere bak, pozisyonu görmedi” diyor. Göremem ki ben küçücük bir ekrandan anlatıyorum ve kaçırmış olabilirim. Görmek zorunluluğum yok mu? Var ama teknik bir sebep olmuştur. Ama ben o adamın gözünde salak konumuna düşmemeliyim. Bu sadece Türkiye’de var. İngiltere, Almanya, İspanya’da böyle bir şey yok. Biz hep son noktayı görüyoruz. Bugün “Arda’ya bak be, Sinem ile birlikte” peki kimle beraber olacak ki Fatih Ürek ile mi birlikte olsun? Sinem’le olacak tabi ki. Dünyanın en çok kazanan futbolcularından biri, dünyanın en güzel kızı ile birlikte. Biz aslında Arda’yı kıskanıyoruz. “Vay Arda’ya bak 21 yaşında, Sinem’le birlikte, Maseratisi, Ferrarisi var.” Kıskanıyoruz biz onu, aslında içimizdeki duygu bu. Kimse bunu inkar etmesin.

S.Ö: Arda’ya da haksızlık yapılıp zarar veriliyor böylece.

E.T: Evet, evet alçaklık yapıyoruz işin açıkçası. Bu yüzden biz duygularımızı biraz kontrol edip klavyelerinden tuşlarından kişilerin hukuk seviyelerini kirletmeyecek şekilde ifadeleri dünyaya göndermeliyiz. Çünkü söz uçuyor, Twitter’da, Face’te, Blogger’da yazılan her şey ama her şey kalıyor. 15 yıl sonra benim çocuğum oraya girip o küfürleri okuyor ve ben bundan acı duyuyorum.

S.Ö: Son bir sorum daha var. İzleyenler tarafından kuaförünüz de merak ediliyor. J

E.T: J Kuaförüm yok. Ben şimdi saçlarımı uzatma taraftarıyım. CNNciler de kestir diyorlar. Ben kestirdiğimde, benim başımda bir yer var, sana da gösteriyim. (ameliyat izini gösteriyor.) Ben 1991 yılında önemli bir beyin tümörü ameliyatı geçirdim ve kafatasımın yaklaşık dörtte birlik bölümü açıldı ve orada kemik yok. Çok kısa kestirdiğimde orada bir ameliyat izi oluyor. Aslında olmadığını söylüyorlar ama zannediyorum bu bende bir defekt yarattı. Benim elim hep oraya gidiyor. Ancak şöyle bir şey olabilir. Çok jöle sürüp geriye taradığımda saçlarımın güzel olduğunu söylüyorlar o da saçlarımı çok döküyor. İki arada bir derede kalmış oluyorum. Bazen çok skandal saçlarla ekrana çıkıyorum. Bunun da tepkisini özellikle annemden alıyorum. Çok jöle sürdüğümde de babam “Hangi ineğe yalattın o saçlarını?” diye soruyor. Ne yapacağımı bilmiyorum. Yakında bir form yaratıcam ve “Emre Tilev’in saçları nasıl olsun?” diye sorucam.

S.Ö: Çok teşekkür ederiz gerçekten, bizi burada ağırladınız, vaktinizi ayırdınız.

E.T: Hiç önemli değil. Sizinle sohbet etmek büyük keyifti. Bütün okuyanlara ve bu işin içerisine dahil olmak isteyenlere yolları açık olsun diyorum ve bu güzel, bu tatlı röportajı okudukları için onlara teşekkür ediyorum. Siz de buraya geldiniz, bizi onurlandırdınız çok sağolun.

Röportaj: Sezer Özmen

Bugün 17 Nisan Kaleye Geçmek İstiyor İnsan...

0 yorum

16 Nis 2011

'Tarafsız' NTVSpor

0 yorum

Cem Yılmaz Kiev Muhabbeti

0 yorum

15 Nis 2011

2-2

0 yorum

Hakkı Baba...

0 yorum

13 Nis 2011

Guardiola Rezil Oldu - Video

3 yorum

Simao'dan Ziyafet

0 yorum

Kasımpaşa'nın "Delikanlılar Korosu"

0 yorum

Beşiktaş-Kasımpaşa maçından söz edeceğim ama yazının futbolla "ilgisi yok". Bunun maçın aman aman bir futbola sahne olmamasıyla da "ilgisi yok". Bir tuhaf duruma tanık olduk, maç boyunca... Bunu konuşmak lazım.
Kasımpaşa taraftarı, 30 yıldır tribünlerde, televizyonda maç seyreden bu satırların yazarının şimdiye kadar neredeyse hiç tanık olmadığı ölçüde rakibine küfür etti. Hatta, 90 dakikalık maçın 70 dakikası boyunca ana-avrat düz gitti desem, abartılı olmaz. Bizler de televizyonda bunu dinlemek zorunda kaldık. (Enteresan olan şu ki, bugün hiçbir gazetede bu konuyla ilgili yazılmış tek satır yok. Spor medyası olayın cereyan ettiği stadın isminden ürkmüş olabilir mi?!)

Baştan söyleyeyim; "küfürlü tezahürata karşıyım" gibi boş bir laf edecek değilim. Elbette olmasa iyi olur ama, malum, küfür bu memleketin bir hakikati... Gündelik konuşmalarda neredeyse "bağlaç" yerine kullanılan küfürler var. Aslında "memleketin" demek de doğru değil; dünyanın hemen her yerinde erkekler âleminin çiğnediği sakız dersek, daha hakkaniyetli olur. Eh, tribünler de esasen bir erkek âlemi olduğuna göre, futbol gibi rekabetin ve gerilimin kol gezdiği bir oyunda "delikanlılar korosundan" nezaket beklemek yersiz kaçar.
Kasımpaşa taraftarına dönersek... Küfürlü tezahüratın hemen her türlüsünü yaptıkları gibi, Beşiktaş taraftarının bu sezon liste başı şarkısı "Gücüne güç katmaya geldik"i, (elbette sözlerinin "belaltı" versiyonuyla) bıkmadan, usanmadan icrâ ettiler. Hatta bu tezahürat, maçın sonlarına doğru artık patolojik bir boyut kazandı. Söyledikçe coştular, kendi seslerinin büyüsüne kapılıp adeta trans hale geçtiler.

Küçük bir taraftar kitlesi (Kasımpaşalıları kastediyorum), kümede kalma mücadelesi veren takımını desteklemek yerine neden ısrarla rakibine küfretmeyi seçer? Üstelik ortada bunu gerektiren bir şey yokken. Tamam, şöyle şöyle olsaydı rakip küfürü hakederdi, demiyorum. Ama ne bileyim, Beşiktaş çok sert oynasa... taraftarı durduk yere küfür etmeye başlasa... ya da hakem maçı çığırından çıkarsa... ve benzeri durumlarda tribün insanının diline hâkim olamaması mümkündür; ortamı bilenler duymazdan gelebilir, sineye çeker. Lâkin söz konusu maçta bunların hiçbiri olmadı. Öyleyse neden?

Sanırım, küçük ya da aslında küçük ama kendilerinin büyük olduğunu düşünen bazı taraftar topluluklarının bir "Çarşı takıntısı" var. (Burada "küçük" derken daha ziyade nicelikten söz ediyorum.) Çarşı'ya (ya da daha genel anlamda Beşiktaş taraftarına) "sıkı" rakip olduklarında, adeta rüştlerini ispat etmiş gibi oluyorlar. Yani şu ya da bu düzeyde Çarşı'ya meydan okumak, onlar için bir tür "büyük taraftar sertifikası" yerine geçiyor. (Bu meydan okumanın, tribünde yapılan tezahürattan sokak şiddetine meyletmeye uzanan bir skalada olduğunu hatırlatmak lazım.)
Muhtemelen Kasımpaşalılar da böyle düşündüler. "İşte, herkesin sözünü ettiği Çarşı, Recep Tayyip Erdoğan Stadı'na gelmiş; şunlara hadlerini bildirelim! Kim daha büyükmüş, âlem görsün!" gibi çocukça bir duygu... Bunun yolunun, namütenahi küfür etmekten geçtiğini sanacak kadar da tribün dünyasının uzağındalar.
Çarşı dediğimiz hadise, futbol dünyasında bugün sahip olduğu itibarı rakibine küfür ederek kazanmadı. Sevenine ve sevmeyenine sorun. 1) Hemen her şart altında takımını desteklemekteki ısrarı; 2) Futbol izleyicisinin genellikle uzak durduğu sosyal meselelerde sesini yükseltmesi, diyeceklerdir. Ve tabii herkes kendi meşrebince başka gerekçeler sayabilir... Ama kimse "çok iyi küfür ediyorlar" demez.

Öyleyse, Çarşı'ya meydan okuyacaksanız –hadi sosyal sorumluluktan falan vazgeçtim- can havliyle oynayan takımınıza destek verin. Sesinizi, enerjinizi takımınıza güç katmak için harcarsanız, küme düşseniz bile mahallenizin şanı yürür. "Çocuklar ellerinden geleni yaptılar" derler.

Adnan Bostancıoğlu

Mavi Kapak Etkinliği 23 Nisan 2011

0 yorum

Sizde artık kapaklarınızı tekerlekli arabaya dönüştürmek için Ne beklıyosunuz

Tane tane kapakları toplayalım,adım adım engelleri aşalım..
Engelli Vatandaşlarımızla ilgili devam eden Sosyal Sorumluluk Projesinin ilk parti Tekerlekli Sandalye Dağıtımı 12 Kasım 2010 Cuma günü saat 13.00'de Fakültesinde Bilim Sanat Amfisinde yapılmıştır. Dağıtımlarda şu ana kadar 75 araç teslim edilmiştir. Kampanya 23.04.2011 tarihine kadar devam Etmektedir.

Not.Mavi olması şart değil arkadaşlar kampanyanın adı mavi kapak her renk her çeşit kapak olabilir..
TOPLAYACAĞIMIZ KAPAKLARIN RENK VE BOYUTU FARKETMİYOR.AKLINIZA GELEBİLECEK HER TÜRLÜ PLASTİK KAPAK
OLABİLİR...!!!
Ornegın.. Dışmacunu Kapagı Kınder Suprız Yumartasından Cıkan Plastık kapaklar Her Turlu Plastık Kapaklar Gecerlıdır...

GERÇEKTEN
BEN YAPARIM BUNU DİYEN ONAYLASIN YOKSA KİMSEYİ MEŞGUL ETMEYİN BİZ
ENGELLERİ KALDIRMAK İSTİYORUZ SİZDE VARSANIZ BURDA BEKLİYORUZ

KAPAK ORGANIZAZYONU İÇİN AFİŞLERİMİZ HAZIRLANIP TÜM BEŞİKTAŞ SEMTİNE ASILMIŞTIR BİLGİNİZE ARKADAŞLAR

http://www.facebook.com/event.php?eid=148544421865322&index=1
http://www.kartalbakisi.com/haberdetay/6325/Plastik-Kapaklar-Engelleri-Kaldiriyor

Q7'nin Formasını Verdiği Fenerli Taraftar - Video

0 yorum

Halı Saha Terk Ranocchia

0 yorum

12 Nis 2011

Can PELİSTER'den TB2L Ağırlıklı Kupon

0 yorum

711 La Lakers- Sa Spurs Tercihim: ALT
727 S. Üniversitesi- Ted Kolej(0.5h) Tercihim: 1
751 K. Belediye- G. Telekom (4.5 h) Tercihim: 1 
752 G. Büyükşehir Bld. - G. Banvitliler (0.5h) Tercihim: 2


TOPLAM ORAN: 8,35


Yorumlar: Lakers-Spurs maçı Lakers için çok önemli bir maç. Eğer kaybederlerse Play-Off'a sıfır moral ile girecekler. Benim 1. Tercihim ALT ancak Spurs'a verilen 6.5 h çok fazla buldum ve 2. Tercih olarak 2 diyorum. Diğer maç ise Selçuk Üniversitesi ile Ted Kolejliler maçı. Selçuk Üniversitesinin ben kendi evinde bu maçı bırakmayacağını ve seriyi Ankara'ya taşımayacağını düşünüyorum. İkinci tercihim İY 1 . Bir diğer maç ise Kepez Belediye ile Genç Telekom arasında oynanacak maç. Bu maç benim BANKO maçım. Ben Kepez'in bu maçı çok rahat kazanacağını düşünüyorum ve o 4.5 handikabı da çok rahat aşacaklarını düşünerekten 1 tercihini veriyorum. 2. Tercihim ise İY 1. Son maç ise Gaziantep Büyükşehir Belediye ile Genç Banvitliler arasında ki maç. Bana göre orta da bir maç ancak ben Genç Banvitlilerin bir adım daha önde olduğunu düşünüyorum. 1. Tercihim 2, 2. Tercihim ise İY 2. 

Beşiktaş Oyuncak Değildir

1 yorum



Beşiktaş Jimnastik Kulübü.

Tek aşkımız. Uğruna ölebileceğimiz. Dil uzattıklarında uğrunda o dili kesmek isteyeceğimiz.

Türkiye'nin en köklü ve en şerefli kulübü. En sevilen ve en sevilmeyen kulübü.

Böyle bir takıma senede bir teknik direktör değiştirmek yakışmaz, yakışamaz.

Böyle bir takımın teknik direktörü de kendi evladı olmalıdır.

Bu göreve en çok yakışan isim de Tayfur HAVUTÇU tabii ki.

Giden gitti lafını etmek fayda etmez artık.

O yüzden kimse teknik direktör arayışına falan girmesin. Biz sahipsiz değiliz.

Futbolculuğuyla, adam gibi adamlığıyla, taktik bilgisiyle ve tecrübesiyle Tayfur Hoca bize yeter de artar bile.

Tarafız, tarafındayız.

Mezarımdabile - Wallpaper

0 yorum


Samet Karabıyık'a teşşekürler

Q7-Almeida - Foto

0 yorum

Dwight Howard ! - Video

0 yorum

Dönüşüm

0 yorum



Hüseyin Göçek bir sabah uyandığında kendini devcileğin bir böceğe dönüşmüş olarak buldu. Gregor Samsa'nın yaptığı gibi de öyle hiç odaya kapanmadı sorunlu bir birey gibi. Kalktı, kahvaltısını yaptı, yedi içti, yardımcı hakem arkadaşlarıyla buluştu. Hiç de yadırganmadı yeni haliyle. Halbuki Gregor Samsa toplumdan dışlanmış bir birey haline gelmişti o haliyle. Akşama da Kasımpaşa-Beşiktaş maçını yönetti Hüseyin böcek. İlk yarı sıradandı yine de ama ne olduysa ikinci yarıda oldu. İlk önce Nobre'ye tokat atıldı. Rakip oyuncuya sarı kart gösterdi böcek hakem. Rakip oyuncu "ne yaptım?" diye sorunca da "tokat attın." diyerek cevapladı. Birkaç dakika sonra da Quaresma'nın sırtına vurdular. Ona da sarı kart çıktı. Quaresma'nın sırtına vurdukları sahne, sırtına elma parçası saplanmış Gregor Samsa'yı anımsattı bana. Nasıl bir dönüşüm hikayesiydi bu? Sanki Hüseyin Göçek değil de Beşiktaşlı futbolcular dönüşmüştü. Aslında bütün olay yazar da bitiyordu. Çünkü bu romanın yazarı Franz Kafka değil Mahmut Özgener'di. O yüzden herşeyi doğal karşılamanız gerekir.
Mahmut Özgener öyle bir roman yazmış ki inanılır gibi değil adeta bir başyapıt. Başrollere bir de Lig tv'yi koymuş. Lig tv'yi bu romanda Gregor Samsa'nın iş vereni karakterinde bir şey olarak düşünün. Maç esnasında nasıl olduysa Lig tv küfür eden Kasımpaşalı taraftarların sesini kısmayı unuttu. Küfür de çığır açan Kasımpaşalı taraftarlar da böylece Lig tv aracılığı ile yeni yeni yetişen küçüklerimize çok iyi örnek oldular. Okullarında artık daha yaratıcı bir şekilde küfür ederler küçüklerimiz, Kasımpaşalılar sayesinde tabi ki. Bu Lig tv'nin ilk bombasıydı. Bir diğeri ise renkli Mehmet Ayan'ın yine programını renklendirmesi oldu. Hüseyin Göcek'i çok beğendiğini vurgulayan Ayan sonra da Kasımpaşa taraftarını tebrik etti.
Siz ne yaparsanız yapın, ne söylerseniz söyleyin karşınızdaki insanlar kesinlikle aptal değil bunu unutmayın. Hepimiz farkındayız. Ama lütfen biraz gizli yapın ne yapacaksanız.

11 Nis 2011

Can PELİSTER'den 1 Sürpriz 1 Banko Kupon

0 yorum


BANKO KUPON
451  Kasımpaşa - Beşiktaş Tercihim: 2 
859  Den Nuggets - Gs Warriors (TS : 217.5 ) Tercihim: ALT
860  Pho Suns - Min Timberwolves (TS : 219.5 ) Tercihim: ALT
TOPLAM ORAN: 5,06


SÜRPRİZ KUPON 
451  Kasımpaşa (1h) - Beşiktaş Tercihim: 2 
858  Hou Rockets - Dal Mavericks (TS : 206.5 ) Tercihim: ALT
859  Den Nuggets - Gs Warriors (TS : 217.5 ) Tercihim: ALT
860  Pho Suns - Min Timberwolves (TS : 219.5 ) Tercihim: ALT
 TOPLAM ORAN: 16,21

Yeni Stad - Video

2 yorum


10 Nis 2011

Ne Demek Gerek Bilemedim

0 yorum








9 Nis 2011

Can PELİSTER'den Cumartesi Kuponu

0 yorum

172
 Hamburg - Dortmund Tercihim: 2
258
 Athletic Bilbao - Real Madrid Tercihim: 2
285
 Barcelona - Almeria Tercihim: 1
782
 Fenerbahçe - Karşıyaka (13.5h) Tercihim: 2
784
 Türk Telekom - Trabzonspor (4.5h)  Tercihim: 2
786
 Real Madrid (1.5h) - Barcelona Tercihim: 2